Oysaki ne kadar güzel şu postacılar! Neden önemini bilmiyorlar? Postacılar kendilerine verilen mektup gibi eşyaları hatta hediyeleri istenilen yere götürürler, hayatlarını bu mesleğe adamışlardır. Görevlerini en iyi şekilde yaparlar. Bu da onların kendilerine özgü bir özelliğidir. Çünkü herkes her şeyi zamanında yapamayabilir.
Sabahın ilk ışıklarıyla kapı kapı dolaşarak kendilerine teslim edilenleri dağıtarak geçer tüm zamanları. Bu mesleğe adamışlardır kendilerini...
"Kapı çalar,
+Kim o?
-Posta!..
+Üzerinde kalın montu, başında soğuktan korunmaya çalıştığı beresi, soğuktan titreyen elleri ve üşümüş tiz sesi ile imza alayım der...
Bir gazeteciye ne gelir? Tabii ki, yine bir mahkeme celbidir.
Bilirsiniz gazeteci olmak; başı düşünceden evi mahkeme celbinden geçilmeyen demektir.
Gelelim uzun lafın kısasına... Sabahın erken saatlerinde kapıya gelen postacı hanımla aramızda kısa, öz ve kalpleri ısıtan bir dialog geçti. Hiç ekleme çıkarma yapmadan lafı dolandırmadan anlatmak istiyorum.
+ Hanımefendi, size aslında üzeri kapalı bir motor verseler de hiç üşümeseniz derim.
-Motosikleti bulduğumuza şükrediyoruz der, gülümseyerek!
Yazalım çizelim o halde derim, dağıtım ekibinin soğuk hava şartlarında motor üzerinde nasıl üşüyüp zorluk çektiğini...
+Allah razı olsun, düşünmeniz bile yeter diyerek bir diğer haneye yetişmek için yola koyulur.
Malumunuz kış ayları soğuk, özellikle hanımlar için zor ve yorucu. PTT dağıtım ekibine üzeri kapalı motosikletlerden alınsa daha iyi olur düşüncesindeyim.
Buz tutan yüreklere;
Nazım Hikmet'in 'POSTACI' şiirinde yer alan şu mısralarla son vermek istiyorum:
"Çocukken postacı olmak isterdim. Oysaki, Türkiyemde postacılık zor sanattır. Telegraflarda envai türlü acı mektuplarda satır satır keder taşır o güzelim memlekette postacı."