İnsanlığın kendi tarihinde yeni bir dönemin eşiğinde olduğunu kabul etmek gerekir. Bir yanda yapay zekanın hayatımıza egemen olmasını sağlayacak derecede gelişmiş bir iletişim ve bilgi teknolojisi diğer yanda üstün nitelikli genetik insan projelerinin tartışıldığı transhümanizm tartışmaları öte yanda ise küresel ısınmanın, enerji kıtlığının ve dengesi bozulan bir dünyanın tehdidi altında varlık yokluk mücadelesi veren insanlık.
Yapay zekâ çalışmaları hızla sofistike biçimde gelişmekte. Benim de yakından takip ettiğim bir mesele bu. Bilindiği gibi yapay zekanın insan doğasında taklit etmekte en çok sorun yaşadığı alan duygular. Duygu deneyimlerini sadece bilinç sahibi olan insan deneyimleyebiliyor şimdilik. Yapay zekayla insan, kendine benzer bir varlıkla kendini karşılaştırma imkânı buldu. Bilindiği gibi insan aklının düşünme melekesinde en büyük araçlarından biri muhakeme ve kıyas yeteneğidir. Bu yetiler ile insan yeni bilgiler oluşturmaktadır. Ancak insan daha önce kendisiyle kıyas edebileceği düşünen bir varlıkla karşılaşmamıştı.
Habitatını paylaştığı canlılar arasında hesap yapabilen, gelecekle ilgili tasarlama yetisine sahip başka bir varlık yoktur. Yapay zekâ insan olmadığı halde düşünme yetisine sahip olmakla insanı kendi düşünme yetisini kıyaslayabileceği ve bu yolla kendisiyle ilgili bilgilere ulaşabilmesine imkân sağlamıştır. Her ne kadar bir yazılım olarak üretilmişse de yapay zekâ bir tür olarak değerlendirilmelidir. Yapay zekayla birlikte duygu ve bilinç felsefesi tercih edilen bir felsefe alanı haline gelmiştir. Çünkü yapay zekâ sahip olduğu hesaplama yetisi ile insanın çok ötesindedir ancak o ne bilinç ne de duygu deneyimine sahiptir.
İnsanı yapay zekâdan farklı kılan dinamiklerin sadece bilişsel olmayıp duygusal zenginlikler olduğu basit bir kıyasla hemen ulaşabileceğimiz sonuçlardan ilk akla gelendir. Eğer yapay zekalar duygusal motivasyonlarla sosyal bir ağda birleşip bir ağ içinde kendi varoluşlarını gerçekleştirebilir ve bir devrim yapabilirlerse bu konuştuklarımızı unutup başımızın çaresine bakmamız gerekir. Yapay zekanın yanında nanoteknolojinin de her alanda etkin olduğunu görmekteyiz. Tüm bunlar içinde insanın yerinin ne olacağı sorusu, felsefî bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır.
İnsanlığın önünde küresel ısınmaya bağlı ortaya çıkan iklim krizi başta olmak üzere doğal kaynakların hızla kirlenmesi, yaşam alanlarının daralması, kitlesel göç hareketleri, tarım alanlarının azalması ve çölleşme gibi mevcut teknolojik gelişmelerle altından kalkması zor meseleler duruyor. Yani insanlık tüm bu gelişmişliğine rağmen canının derdine düşebilir.
Bunun küçük bir örneğini pandemi döneminde deneyimledik. Virüs günlerce insanları evlere kapattı ekonomileri durma noktasına getirdi. Şimdi bahsettiğimiz konu bundan çok daha büyük mesele. Yani insanlığın bir gelecekten bahsedebilmesi için öncelikle bahsedilen bu problemlerin üstesinden gelmesi gerekiyor.
İnsanlığın sahip olduğu bilginin ana tohumu filozoflar tarafından atılmıştır. Bugüngerek sosyal bilimler gerekse doğa bilimlerinde Aristoteles’e atıf yapmayan bilim azdır. Halihazırda dünya toplumlarını sosyo-ekonomik alanda etkisi altına alan pragmatik ve hedonist felsefe anlayışı kapitalist yaşam biçimi olarak pratize olmaktadır. Bugün globalleşen ve serbest piyasa ekonomisinin egemen olduğu yerlerde insanlığın büyük kısmı bilinçsiz de
olsa felsefi bir teorinin pratiğini hayata geçirmektedirler.
Söz konusu bu hızlı yaşam pratiği, seri üretim, hiyerarşik ilişkiler ve sayısız sektördeki rekabet biçimleri birçok bakımdan felsefi tavırla uyuşmamaktadır. Felsefi bilginin alıcısı azalmış, yok sayılma eğilimi artmıştır. Ancak bilinmelidir ki felsefeden vazgeçmek düşünmekten yani insanlıktan vazgeçmektir. Nitekim Felsefi bilgi öylesine kadim ve etkili bir bilgidir ki onun yok olması insanlığın yok olması demektir. Elde bir altın var ancak mesele altının değerinden ziyade kuyumcu sayısının yani altına hak ettiği değeri verecek olanın sayısının azalması. Bu olumsuz durumu ortaya çıkaran nedenlerden biri de felsefi bilginin kendi birikimini tüketim nesnesine dönüştürmesidir.
Felsefenin yansımalarından biri de bu dijital çağ dediğimiz bir ve sıfırın iki boyutlu dünyasıdır. Alan Tureng meşhur tureng cihazını 1930’larda yaptığından bugüne dek digital teknoloji felsefenin mantıksal teoremleri üzerinde yükselmiştir ki bu teoremler matematikçilerle filozofların iş birliğinin ürünüdür. Felsefeciler genelde işin mutfağında olduklarından pek görünmezler. İçinde bulunduğumuz çağ ile felsefe ve felsefi meseleler birçok düzlemde ilişkilendirilebilir; Dil felsefesi, Biyoloji felsefesi, Nörofelsefe, Bilinç felsefesi, Ekonomi felsefesi vb. Bu bakımdan filozoflar düşünce üretmeye, kavram analizi yapmaya ve yeni bakış açıları geliştirmeye devam etmektedir.
Sonuç olarak dijital teknolojiye ait epistemeye hâkim olanların ve buna ayak
uydurabilenlerin yükseldiği, bunları tüketip bu alanda söz sahibi olmayanların ikinci planda
kaldığı bir zamandan bahsetmek mümkündür.